İçeriğe geç

Sünni mezhebi neye inanır ?

Sünni Mezhebi Neye İnanır? Kutsal mı, Yoksa Kutsal Görünen Bir Yorum mu?

Bazı inançlar o kadar içimize işlenmiştir ki, onları sorgulamak bile “günah” sayılır. Sünnilik de bu tabulardan biridir. Milyonlarca insanın doğduğu andan itibaren içine doğduğu bu mezhep, gerçekten ilahi bir hakikatin mi, yoksa tarihsel bir güç mücadelesinin ürünü müdür? Bugün bu soruyu sormanın tam zamanı.

Sünnilik Nedir, Nereden Gelir?

Sünnilik, İslam dünyasının en yaygın mezhebidir ve “Ehl-i Sünnet vel Cemaat” olarak da anılır. Temel iddiası, Hz. Muhammed’in sünnetine, yani onun yaşam biçimine ve sözlerine bağlı kalmaktır. Ancak burada hemen bir soru ortaya çıkar: Gerçekten hangi “sünnet”? Çünkü tarih boyunca farklı coğrafyalarda, farklı iktidarlar bu “sünneti” kendi çıkarlarına göre yorumlamıştır. Dolayısıyla Sünnilik, bir inançtan çok bir yorumun kurumsallaşmış hâline dönüşmüştür.

Sünniliğin İnanç Temelleri

Sünniler, Allah’ın birliğine, peygamberliğe, meleklere, kitaplara, ahiret gününe ve kadere inanırlar. Bu yönüyle diğer İslam yorumlarıyla ortaktır. Fakat asıl fark, otoritenin kimde olduğudur. Sünnilik, “peygamberden sonra halifelik ümmetin işidir” diyerek siyasi otoriteyi seçilmiş liderlere bırakmıştır. Bu, ilk bakışta demokratik görünse de tarihte hep güçlünün yanında yer alan bir din anlayışına evrilmiştir.

Bir başka tartışmalı nokta kader anlayışıdır. Sünni düşünceye göre her şey Allah’ın takdirindedir. İnsan, kendi seçiminde özgürdür ama sonuç Allah’ın yazgısıdır. Bu paradoks, yüzyıllardır sorgulanmadan kabul edilmiştir. Peki, insan hem özgür hem de kaderine mahkûm olabilir mi?

Eleştirinin Kalbinde: Otorite ve İtaat

Sünni gelenek, itaat kültürünü merkeze alır. “Ülü’l emre itaat” yani yöneticilere boyun eğmek, dinin bir gereği sayılır. Bu, halkın sorgulama gücünü bastırmış, dini otoriteyi siyasal gücün aracı hâline getirmiştir. Sorgulamak, eleştirmek, hatta düşünmek bile çoğu zaman “fitne” olarak damgalanmıştır.

Bu anlayışın sonucunda, Sünni toplumlarda birey değil cemaat, akıl değil gelenek, özgürlük değil teslimiyet ön plana çıkar. Bu teslimiyet, modern dünyada birçok Müslümanın kendini neden geri kalmış hissettiğinin de temel sebeplerinden biridir.

Tarih Boyunca Güçle İlişki

Sünnilik tarih boyunca iktidarla kol kola yürümüştür. Abbâsîlerden Osmanlı’ya, modern ulus-devletlere kadar, mezhep çoğu zaman siyasi düzenin meşruiyet aracına dönüşmüştür. Halifeler, sultanlar, krallar… Hepsi dinin onayını Sünni ulemadan alarak otoritelerini güçlendirmiştir.

Bu yüzden birçok reformist düşünür, Sünniliğin “hakikati koruyan değil, düzeni koruyan” bir sistem olduğunu söyler. Gerçekten de Sünniliğin asıl hedefi, çoğu zaman toplumsal düzeni sürdürmek olmuştur — adaleti, özgürlüğü veya bireysel vicdanı değil.

Modern Dünyada Sünniliğin Krizi

Bugün Sünni dünyada yaşanan kriz, sadece politik değil, teolojik bir krizdir. İnançlar sorgulanmaz, düşünceler dondurulmuş, “doğru” olan ezberlenmiştir. Fakat çağ değişiyor; insanlar artık “neden” sorusunu soruyor. Bilim, teknoloji, insan hakları, cinsiyet eşitliği gibi konular karşısında Sünni öğretiler hâlâ ortaçağ refleksleriyle cevap vermeye çalışıyor.

Peki bu durumda Sünnilik kendini yenileyebilir mi? Yoksa dogmalarına sıkı sıkıya sarılarak, kendi içinde çürümeye mi mahkûm?

Sonuç: İman mı, Taklit mi?

Sünniliği eleştirmek, dine saldırmak değildir. Tam tersine, hakikati bulmak için bir çağrıdır. Gerçek iman, sorgulamaktan korkmaz. Ancak Sünni gelenekte bu sorgulama çoğu zaman bastırılmış, “itaat” kutsallaştırılmıştır. Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi: Biz Allah’a mı inanıyoruz, yoksa atalarımızın inancını mı tekrarlıyoruz?

Sünnilik, bir dönemin koşullarında anlamlı bir düzen sunmuş olabilir. Fakat bugünün insanı, o düzenin içinde sıkışmış durumda. İnanç, özgürlükle birleşmediği sürece, sadece zincir olur. Ve belki de en cesur adım, zincirlerin kutsal olmadığını fark etmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
prop money